25 Aralık 2010 Cumartesi

evliliğe gelinceee


Dün akşam kociş ve arkadaşlarımızla Tiyatro Diyalog'un, evlilik ve monogami konulu, evlilik kurumunun sorunlarının işlendiği iki perdelik komedi oyununu izledik...

1958 yılında Leslie Stevens tarafından yazılan ‘The Marriage Go-Round’ adlı oyunu günümüze uyarlayarak ‘Evliliğe Gelince’ ismiyle tiyatroseverlerle buluşturan Can Gürzap, muhteşem kadrosuyla kahkahası bol iki saat yaşatıyor. (güldürürken bir yandan düşündürüyor!!!)

Paul: Can Gürzap
Content: Nurseli İdiz
Katrin: Burcu Gül Kazbek
Ross: Yağız Tanlı

Oyunda, Paul erkeklere, Content da kadınlara ilişkiler üzerine konferans veren iki akademisyendir. Mutlu ve huzurlu bir evlilikleri vardır. Dostları, Nobel ödüllü bir yazar olan Nils Sveg ve kızı Katrin’i evlerinde konuk etmeye hazırlanmaktadırlar, ancak Katrin ziyarete yalnız gelir. 15 sene önce bıraktıkları saçları örgülü sıska kız çocuğu??? karşılarına İsveçli bir güzellik ilahesi olarak çıkar…

19 Aralık 2010 Pazar

bir dostu olmalı insanın










Çok sevdiğim dostum, canım, Bernacım göndermiş...ben de face'te paylaştım ama yetmedi, burda da paylaşmak istedim.


canıma
dostuma;


Bir ♥ DOSTU ♥ olmalı insanın...

Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın...

"Nereden çıktın bu vakitte" dememeli, bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında; "Gözünün dilini" bilmeli; dinlemeli sormadan, söylemeden anlamalı..

Arka bahçede varlığını sezdirmeden, mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi köklenmeli hayatında; sen, her daim onun orada durduğunu hissetmelisin. ihtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli, kovuklarına saklanabilmelisin.

Kucaklamalı seni güvenli kolları, ...dalları bitkin başına omuz, yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı... En mahrem sırlarını verebilmeli, en derin yaralarını açıp gösterebilmelisin; gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz...

Onca dalkavuk arasında bir tek o, sözünü eğip bükmeden söylemeli, yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.

Alkışlandığında değil sadece, asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli.

Teklifsiz kefili olmalı hatalarının; günahlarının yegane şahidi...

Seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen bir sırdaş...
Gözbebekleri bulutlandığında yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin. Ve sen ağladığında, onun gözünden gelmeli yaş...


(ekleyen:İbretli sözler)

18 Aralık 2010 Cumartesi

biz başkaydık

Bugün Kadıköy'e gitmem gerekiyordu. Evden çıkarken kociş 'sakın arabayla gitme, akşam maç var trafik felç olur' diyince ben de minübüse atladım,ver elini Kadıköy...hergün işe gittiğim yere haftasonu gitmek istemezdim ama mecburdum.
bu arada kociş sözü dinliyoruz yani:) duysa ne güler şimdi bana :))

her neyse minübüse gelelim. bindim, iki kişi ayaktayız.önünde durduğum koltukta iki öğrenci kızımız oturuyor. dersaneye gidiyor olmalılar, 7. sınıf yazıyor kitaplarında, birinin ağzında sakız çakkıdı çakkıdı, diğeri mp3 dinliyor..sonra onların önündeki koltuk boşaldı, oturdum. Bir süre sonra da iki yaşlı teyze bindi, arkadaki öğrencilerimizin önünde dikilmeye başladılar, ama bizim kızlarda tık yok,sonra arkaya döndüm kızların yüzüne baktım, bana mısın demediler, hiç ama hiç tepki yok.ben beklemedeyim bişiy söyleseler de bende uyarsam diye maalesef o da yok, sonra ben kalkıp teyzenin birine yer verdim,ama bizim öğrenci kızlarımıza laf atmasam çatlayacaktım artık. yerimden kalkarken teyzeye 'böyle buyrun lütfen, gençler rahatsız olmasın' dedim gayet yüksek sesle, teyze de gayet imalı başını salladı teşekkür edip oturdu. neyse sonra en arkada başka bir koltuk boşaldı, diğer teyzeyi de oturttuk..yazık öyle kibar ki, arka dört kişilik ama sıkışıp beni de yanına çağırarak koltuğu beşlemeye çalıştı o yaşlı haliyle..ben teşekkür edip rahatsız olmamasını söyledim ve zaten bir süre sonra başka yer boşaldı ve oturdum.

Benden bişiy eksilmedi, iki adım ayakta gidince rahatsız da olmadım...çok şükür ki kırkımıza merdiven dayamış olsak ta, bizim arsız gençler(tabii herhangi bir rahatsızlıkları yoksa) kadar genç olmasak ta henüz genciz ve sağlığımız yerinde..
Vee nasıl üzüldüm anlatamam. O genç kızlarımızın annesi babası da yaşlanacak onlar da gençlerden böyle yer verilmesini bekleyecek ve hatta kendileri de bir gün yaşlanacak ama acaba bugünkü duyarsızlıklarını hatırlayabilecekler mi???

Daha iki gün önce üniversiteden arkadaşımla bizim kuşaktan bahsetmiştik; çocukluğumuzdan, arkadaşlıktan, dostluklardan, yaşanmış sevdalardan, bizden... 'herşeyi yaşadık ama hala genciz,biz başkaydık feyzacım' dedi çok sevdiğim arkadaşım.

evet gençler sizlere sesleniyorum ;
biz başkaydık
duyarlıydık
bizim kuşak başkaydı

eğer böyleyse
şimdiki nesli anlamıyorum
ve üzülüyorum
(tabi ki herkes aynı değil ama, yine de lütfen daha duyarlı olalım gençler)
her konuda
lütfen!!!

13 Aralık 2010 Pazartesi

Masal şehir Segovia





Madrid gezimizin bir gününü 1 saat kuzeyde yer alan İspanyanın en güzel şehirlerinden biri olan tarihi Segovia şehrine ayırdık. Trenle sabah gidip akşam döndük.Hızlı trenle tam 28 dak.da gittik. (Normal trenle yaklaşık 1,45 saat sürüyormuş)
Roma Su kemerleri, sarp bir kayalığın üzerinde şatoları andıran Alcazar sarayı, Segovia Katedrali, Segovia Müzesi ve Plaza Mayor meydanı ile oldukça güzel, küçük ama masalsı bir kentti.
Gün batımında vadiden şehrin görünümü ise oldukça fantastik, tam bir masallar diyarı. Günübirlik ya da bir gecelik geziyle yürüyerek gezmek mümkün.



11 Aralık 2010 Cumartesi

Ekim sonu Madrid



Ekim'in son haftasındaki Madrid gezimiz oldukça keyifli geçti.Barcelona için İstanbul, Madrid için Ankara diyen arkadaşlarım sayesinde Madrid'e ön yargıyla gitmiştim.Dolayısıyla beklediğimden çok daha güzel, tarihi yapılarıyla, müzeleriyle, galerileriyle, muhteşem meydanlarıyla, parklarıyla, dolu dolu, capcanlı ve Barcelona'dan bile kalabalık bir şehirle karşılaşmıştım.Büyük bir kent olmasına rağmen yürüyerek birçok yeri gezme imkanı bulabiliyorsunuz.Ayrıca metro ağı muhteşemdi, uzak mesafeler için sıkça kullandık.



Otelimiz merkezdeydi,sağolsun kocişim güzel merkezi bir otel ayarlamıştı.Puerta del Sol'a 5-10 dak. yürüyüş mesafesindeydi.

Plaza Mayor, Plaza de la Villa, Puerta del Sol, Plaza de la Espana önemli büyük meydanları..akşamları özellikle iğne atsan yere düşmeyecek cinsten.gün içersinde de akşamdan pek bir farkı yok denecek kadar kalabalık.

Puerta del Sol; trafiği, kalabalığı ve canlılığıyla Madrid'e yakışan bir meydan.Bir zamanlar kaleyle korunmuş şehrin doğu girişinde.Yarım ay şeklindeki meydanın düz olan güney tarafında saat kulesi olan kırmızı binanın önünde yılbaşı gecesi yeni yıl karşılanıyor. Binanın önündeki sıfır kilometre simgesi ise dev İspanyol karayolu ağının başlangıcı kabul edilmekteymiş.Meydanların çevresi birbirinden şık mağazalar ve cafelerle dolu.



Palacio Real; muhteşem kraliyet sarayı.Yarım günümüz orayı gezmekle geçti.Toledo mermerinden yapılmış merdivenler ve tavandaki freskler içerde muhteşem güzellikler göreceğimizin habercisiydi.Gerçekten de olağanüstü gösterişliydi.Yemek salonu, eczane ve silahlık, porselen salon, gasparini salonu ve taht salonu sarayda mutlaka görülmesi gereken yerler...koca bir öğleden sonra anca yetti.




Mercado de San Miguel; büyük eşsiz bir pazar.

Plaza Mayor; Pencereleri, sivri kuleleri ve balkonlarıyla Kastilya karakteri taşıyormuş.Cafelerle çevrili meydanın ortasında meydanı yaptıran III. Felipe'nin atlı heykeli yer alıyor.

Plaza Espana; Madrid'in en büyük meydanlarından biri.Meydanda Cervantes ve Donkişot heykelleri bulunur. Dikilitaş ve birbirinden güzel görkemli binalar görülmeye değer.



Museo del Prado; İspanyol resminin dünyadaki en kapsamlı koleksiyonu yer alır.



Real Jardin Botanico; kraliyet botanik bahçeleri. Müzeyi gezdikten sonra süper bir dinlenme mekanı. Birbirinden güzel ağaç ve bitkilerin olduğu şahane bir park.

Gran Via; Madrid'in modern yüzü. Şık mağazaların bulunduğu geniş ve büyük cadde.

Bu arada İspanyollar yemek yemeyi fazlasıyla seven bir milletmiş. Barcelona'da daha çok turistik yerlerde gezdiğimizden farkına varamamışız. Sabahın erken saatlerinde cafeler dolmaya başlıyor ve cafedekiler Barcelona'daki gibi turist değil, yerli halktı.Günün her saati cafeler hep dolu ve hep yeme içme durumundalar. Akşam olup ta insanlar işten çıkınca caddeler ve trafik birden karmakarışık bir hal alıyordu(İstanbul'la kıyaslanamayacak derecede kalabalıktı)ve restoranların tamamı açılmaya başlıyordu. Akşam yemeğini ise gece 21-22'den sonra yiyorlar.
Paella(deniz mahsullü tercihimdir) ve nefis tatlılarından yemeden ve şarap seviyorsanız şayet, güzel şaraplarından içmeden dönmeyin derim.

Bu sefer pek alışveriş yapmamakla beraber kışlık biriki bişiy aldım.Favorim ise aldığım şapkalar..İtalya ve İspanya'dan ayakkabı almadan dönmeyen ruhum sadece tek bir babetle yetindi:(
El Corte Ingles'leri( İspanya'da hemen her köşede bulunan, bir çok markayı ve her ürünü bulabileceğiniz alışveriş merkezi)çok seviyorum,gece geç saatte sakin de olduklarından rahat alışveriş yapılabiliyor.

23 Kasım 2010 Salı

Baş dönmesi ve Vertigo

Bayramın 3. günü, gün boyunca dönme hissi yaşayan ruhum gece uyumak için yatağa yatar yatmaz, hayatı boyunca yaşamadığı kadar şiddetli ve uzun bir baş dönmesi yaşadı.
Kociş ve oda aşağı yukarı hiç durmadan dönmeye başlamıştı ve durmuyordu.Kocişe sadece 'tut beni,gidiyorum' dediğimi hatırlıyorum.Neyse ki annem ve babam sesimi duymamış ve uyanmamışlardı.20-30 sn kadar sürdükten sonra kociş beni oturttu derken ikinci bir dönme ve neye uğradığımı bilmiyorum...
Cuma ve c.tesi dönmeler devam etti ve ben bizimkilere hissettirmeden atlatıp c.tesi gece İst.a döndüm.Ancak pazar günü de dönmeler ilki gibi şiddetli olmasa da devam etti ve bu sefer sendelemeye başladım, dönerken biryerlere tutunma ihtiyacı hissediyordum.Tansiyonumun düştüğü anlardaki dönmeler değildi bunlar, farkındaydım.P.tesi arkadaşlarımın tavsiyesi ile nöroloji uzmanına gidince şikayetimi dinler dinlemez'vertigo' dedi,muayene sonucu 'eminim ama yinede beyim mr isteyelim' dedi ve ilacı yazdı.
Doktorumun bana yaptığı bilgilendirmeden sonra her zamanki gibi nette araştırma yapınca aynı şeyleri tekrar okumuş oldum...

okuduklarımı paylaşmak istedim;
''Kulak burun ve boğaz uzmanı Doç Dr Erkan Tarhan tüm baş dönmelerinin yüzde 30'una iç kulak kristallerinin yerinden oynamasının neden olduğunu bildirmiş.
Doç Dr Tarhan yaptığı yazılı açıklamada halk arasında "iç kulak kristallerinin yerinden oynaması" olarak bilinen "Benign Pozisyonel Paroksismal Vertigo"nun başın pozisyonuyla aniden başlayan kısa süren ve "tüm dünyanın başa yıkıldığı" hissi veren bir baş dönmesi olduğunu kaydetti
Bir denge organı olan iç kulağın içinde gözle görülemeyecek kadar küçük kum tanesi gibi kristaller bulunduğunu bunların darbe uzun süreli yolculuklar geçirilmiş üst solunum yolu enfeksiyonları gibi birçok nedenle yerinden oynayarak denge sistemini uyardığını belirten Doç Dr Tarhan "İç kulak kristallerinin oynaması tüm baş dönmelerinin yüzde 30'unu oluşturmaktadır ve tüm baş dönmeleri içinde en sık görülenidir
Bütün yaş gruplarını etkileyen bir hastalık olmakla birlikte maalesef ülkemizde hala yeterince tanınamamakta ve hastalara gereksiz tedaviler yapılmaktadır" denmektedir
Doç Dr Tarhan ani başlayan ve saniyeler süren şiddetli baş dönmesine hızlı göz hareketleri bulantı kusma çarpıntı terleme gibi yakınmaların da eşlik edebileceğini ifade ederek şunları eklemiş:
"Hastalarımız atakları şöyle tarif ederler (Yatakta sağdan sola dönüyordum ayakkabımı bağlamak için eğilmiştim perde asıyordum markette bir rafa uzanmıştım ki aniden tüm dünya etraf dönmeye başladı
Bu dönme o kadar şiddetliydi ki etrafımdaki hiçbir şeyi tanıyamaz hale geldim Baş dönmesine bulantı ve kusma eşlik etti Bu atağın tek güzel tarafı ise kısa sürmesi oldu)"
Doğru tanı ve tedavi için şikayetler ortaya çıkar çıkmaz bir uzmana başvurulması önerisinde bulunan Doç Dr Tarhan tedavide belli bazı hareketlerle kristallerin yerine yerleştirildiğini ifade etmiş.''


Ben de şimdi ayakkabımı giyinirken, askıdan ceketimi alırken daha çok dikkat ediyorum, bu hafta kadar araba da kullanmadım..yatarken ve kalkarken daha yavaş ve özenli davrandım...

kocişin teşhisi ise; 'bu kadar çok telefonla konuşursan olacağı budur, kristalleri oynattın' diyor :)

dr. um gripal enfeksiyon, darbe nedeniyle bazen de hiç sebepsiz olabileceğini söylemişti oysa ki..

.....................

bu arada bu postu yazıp yayınlamamışım, iyi de oldu..ve ben daha iyiyim,sendelemem kalmadı,çok hafif arada bir dönme oluyor sadece...atlattık ve umarım bi daha tekrarlamaz.zaten genelde 1-2 hafta ya da on günde geçermiş..nadiren uzun sürdüğü olurmuş...ve çevrede o kadar çok kişinin yakını ve tanıdığı birilerinin başına gelen bişiymiş ki...sanırım çağın hastalığı stres ve panik ataktan sonra bir de vertigo çıktı insanlarda!!!

23 Ekim 2010 Cumartesi

29 Ekim'e birkaç gün kala...












27 Ekim'de ruhum yollarda olacağından bu güzel bayramımızı şimdiden kutlamak ister..herkesin, bütün Türk milletinin bu güzel ve anlamlı günü, bayramı kutlu olsun..
Dileğim; bundan sonraki nesillerin de güzel bayrağımız altında cumhuriyetimizi ilelebet yaşatması...ülkemizin cumhuriyete yakışır şekilde yönetilmesi.
Ey Türk gençliği
Yaşasın cumhuriyet...
Yaşatılsın...

Ulu önder Atatürk'ün emaneti Cumhuriyetimize sahip çıkalım!!!


Bu güzel günün benim için diğer bir önemi; canım tatlım bitanem kocişkomla tanışma günümüz:)
Tam 9 sene önce 29 Ekim'de tanıştık...ve 1 ay sonra da evliliğimizin 6. yılı kutlanacak..ve sevgili kocişim her sene 29 Ekimde özel bişiyler yapmaya çalışır, genelde de biryerlere kaçarız...doğumgünlerini bu kadar önemsemeyen kocişim için 29 ekimler çok özeldir...o bir balık değil bir boğa(balık olan ben olsam da)ama bazen benden daha romantik, duygusal olduğunu itiraf etmeliyim sanırım:))

Bu seferki seyahat biletimiz bedavaya geldi bu arada:)
birkaç ay önce kredi kartı puanlarımızla bilet aldık ve özellikle 29 ekim olsun istedik, otelimizi ayırttık. 27 sinde Madrid'e uçmaca, 31 ekimde de dönmece


NOT: günlerdir ruhumun canı paça çekmekteydi...bu akşam nihayet çoook güzel bir kelle paça içip üstüne de mumbar yemiş bulunmaktayım:)
şimdi de kocişkomun yaptığı irmik tatlısını götürmekteyim:))

18 Ekim 2010 Pazartesi

Tehlikeli ilişkilerin olmadığı güzel bir hafta diliyorum


Haftasonu tiyatro sezonunu açtık ve arkadaşlarla güzel sohbetlerle tiyatroyla brunchla dolu dolu bir haftasonu geçirdik kocişimle...

Güzel bir haftasonunun ardından öncelikle herkese güzel bir hafta diliyorum...

Tehlikeli İlişkiler ; 18. yüzyıl sonlarında, dönemin Fransız aristokrasisine dair eleştiri sunuyor.
Choderlos de Laclos tarafından yazılan eserde, tutkulu bir aşk hikâyesi ekseninde ikiyüzlü cemiyetin tüm değerlerden yoksun, yıkıcı görüntüsü çiziliyor.

Çevirisini Aziz Çalışlar’ın, dramaturgluğunu Jelena Mijovic’in, sahne tasarımını Numen/Sven Jonke’nin, kostüm tasarımını Angelina Atlagic’in, müziğini Kiril Dzajkovski’nin, ışık tasarımını Özcan Çelik’in, efekt tasarımını Ersin Aşar’ın, koreografisini Handan Ergiydiren’in yaptığı oyunda; Şebnem Köstem, Esra Ronabar, Ece Özdikici, Levent Üzümcü, Tomris İncer, Selin İşcan, İrem Arslan Aydın, Cemal Ahhan Şener rol alıyor.

İlk perde biraz uzundu. Oyuncular ve de kostümler muhteşemdi...
Bu arada Harbiye Muhsin Ertuğrul sahnesinin de çok iyi olduğunu söylemeden geçemiycem.

Cumartesi akşama doğru karşıya geçtik,biraz Beyoğlu İstiklal,tiyatro sonrası Bostancı'da kokoreç keyfi:)
Pazar yine karşıda Maçka Demokrasi Parkı On Numara'da brunch derken iki gün arka arkaya karşıya geçmek yorucuydu, ancak güzel buluşmalar ve arkadaşlarla olunca yorgunluğa değiyor doğrusu...

26 Eylül 2010 Pazar

Eve dönüş...İstanbulllllll

Evvvettt güzel bir İzmir seyahati daha biter ve ruhum İstanbul'da, evinde...

Anneciğini babacığını, ablasının çok özel ve güzel gününü, kardeşini,çok sevdiği yeğenlerini ve arkadaşlarını gören ruhum, mutlu mesut ama biraz buruk döner İstanbul'una...yanlış anlaşılmasın İstanbul'u da sever ruhum, kocişkosu iş nedeniyle ondan erken dönmüş beklemektedir onu, evi bekler ruhumu,işi, arkadaşları vardır İst.da, özler İstanbul'u da; ama İzmir özeldir ruhum için...

27 Ekim'e kadar seyahat yok, tam gaz iş:(

Yarın en sevmediği gündür ruhumun,herkesler gibi klasik ptesi sendromu yaşar o da...ama onu atlatmanın en iyi yolu çalışmaktır.Evet güncecim ptesi sabahları son hız bir çalışırım ki, çok iyi gelir, kimselerle konuşmadan işlere veririm kendimi ve böylece ptesi gününü atlatmak kolay oluyor, hem de verimli..

Herkese gönlünce çok güzel bir hafta diliyorum.
Sevgiyle...
Şiir tadında yaşayın


BİR BAŞKA İSTANBUL

Oturdum başka bir İstanbul düşündüm
Daha çok sen olan daha bir seninle
Yeşili daha yeşil, mavisi daha mavi
O, herşeyi daha güzel yapan ellerinle

Sildim bütün yıldızları gökyüzünden
Yerine gözlerini koydum, gözlerini
Serdim saçlarını üstüne İstanbul'un
Dudaklarının rengine boyadım heryerini

Şimdi İstanbul aydınlık, öyle pırıl pırıl
Estirdiğim senin kokundur denizlerden
Senin güzelliğinle süsledim bahçeleri

Seni İstanbul yaptım, İstanbul'u sen
Her sokağına şiirini yazdım satır satır
Şimdi bütün semtleri bu şehrin seni anlatır..
ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

MFÖ-Bu sabah yağmur var İstanbul'da...

22 Eylül 2010 Çarşamba

İzmir'e ...

Sabah erkenden İzmir'e uçmaca...
Ama ruhum öyle yorgun ki, valizini hazırlamadı bile..nete girmek bile zor geldi.Şu iki satırcığı yazıp kaçar ruhum..
('Behlül kaçar' gibi oldu-bu arada Ezel'de nasıldı öyle; o biçimmm)

Ruhum sadece ruhen yorgun değil, bu sefer fiziksel yorgunluk ta var.Ve yarın çok yoğun bir gün olacak, cuma günü yapabilirsem canım eski yatağımda(anneciğimin babacığımın evinde-baba ocağında)güzel bir uyku düşler ruhum..

Benden bu kadar güncecim..ruhum'un hemen valiz hazırlayıp uyuması lazım...

Gitmek var

Pazar günü dönmek var...

19 Eylül 2010 Pazar

Turumuzun son bölümü


Barcelona ile başlayan Katalonya-Provence turumuz Nice ile bitti.3 gece 4 gün Nice'te kaldık.Günübirlik Cannes, Monaco ve Eze Village'a gidildi..Bundan sonra deniz tatili yapacağımız zaman tercihlerimiz arasına artık Nice te girmişti..Fransa'nın güneyine daha önce gitmeyen ruhum hayranlık içersinde gezdi, dolaştı yüzdü,güneşlendi:)
Otelimiz sahilde, balkonundan denizi görebildiğimiz nefes kesen manzaraya sahip süpper bir oteldi..Nice gece ve gündüz hep cıvıl cıvıl,yaşayan bir şehirdi.Hem büyük, hem sahil kenti, hem modern, çok güzel. Hele akşamları sokaklara taşan şık restaurantları..Otobüsle çevre kasabalara kentlere gitmek çok kolaydı. Bir günde Hem Cannes hem Monaco'ya çok rahat gidebilmiştik.(Her zamanki gibi, turdan ayrılıp kendimiz gezmeyi tercih ettik)

(Bu arada çok küçük bir dip not vermeden geçmek istemiyorum; turdakilerin 90 euro verip gittikleri Cannes-Monaco turuna biz sadece 1 euro gidiş 1 euro dönüş vererek gittik. 7 euroya tramvay tarzı küçük trenle şehri gezdiğimizi, kaleye bile çıktığımızı öğrenen, tura 90 euro verip te çok kısa süre orda kalan,şehri gezmeyen tur grubumuz duyunca biraz üzülmüş)


Monaco; Vatikan'dan sonra dünyanın en küçük ikinci bağımsız devleti, dünyadaki nüfus yoğunluğu sıralamasında ise en başta!!! Muhteşemdi, bir o kadar da lüx .Heryerde süpperr arabalar, porsche,jaguar vs. , ülkemizde sayılı olan araçlar orda herkesteydi:) böyle bir yaşam standardı!!!
Monte Carlo semtindeki gösterişli casinolar ise gerçekten görülmeye değerdi; ama esas görülmeye değer olan bence insanların casinoya gelirken giyimlerine göstermiş oldukları özendi...






Monaco sarayı hep görmek istediklerimdendi...Ancak çok çok gösterişli bir saray beklerken, büyükçe bir meydanda, önünde tek bir askerin beklediği biraz sade uzun bir binayla karşılaştık.Sarayın bulunduğu tepeden manzara ise muhteşemmmdi..






Cannes, film festivallerini izledikçe ah gitsem görsem dediğim ve sonunda gördüğüm küçücük ama ultra lüx kent.La Croisette(ünlü yürüyüş yolu), otelleriyle, festivalleriyle, plajlarıyla... .Ama film festivalinin yapıldığı bina ben, eşim ve arkadaşlarım için hayal kırıklığı olmuştu..Çok şey beklediğimde hep böyle olur zaten..çok fazla hayal etmemeli sanırım..evet, ünlülülerin el il izlerini gördük fotoğrafladık ama beklediğim gibi değildi işte...ama dünyanın en iyi otelleri muhteşemmmdiii, sadece fotoğraf olabildiler:)
''bu kadar lüxe gerek yok cnm, param olsa da vermem o kadar parayı şu otele, bizde ne oteller var cnm'' diyerek avuttuk kendimizi:))








Bir günümüzü ise yine daha önceden duymuş araştırmış olduğumuz Eze Village'a ayırdık.Şirinmi şirin daracık sokaklarıyla, şatolarıyla çooook güzel bir kasaba(aslında halk köy diyor ama,bizim köyleri görseler eminim köy demekten vazgeçerler),yemyeşil, özenli, tablo gibi sokaklar...ordan çok güzel şık country tarzı bir saat aldık(koridor için),altında çanı var..çoookk şirin





Sonuç itibarıyle Nice'e tekrar tekrar gidebiliriz, Cannes ve Monaco'yu ise bence bir kez görmek yeterli...
3 gece Nice'ten sonra Marsilya'ya geçip dönüşü ordan yaptık...

Güzel bir hafta dileğiyle...

14 Eylül 2010 Salı

Mimmmmmm

Sevgili arkadaşım büyük prens Komançi tarafından mimlenmişim güncecim.Neyseki sorular zor değilmiş:)

1.Lakabın var mı?
Daha önce de farklı lakaplarım olmuştu, ancak son lakabım 'atom karınca'. ehh biraz pratik ve çalışkan, tezcanlı oluşumdan:))

2.Son zamanlarda diline dolanan şarkı?

Bir günah gibi(Ajda) ve U2 şarkıları

3.En son ne zaman ve kime aşık oldun?
6 Eylül'de, Bono'ya:))

4.En son okudugun kitap?
Fransız Suiti(Irene Nemirovsky)

5.Son zamanlarda en çok özledigim?
Çok şey :(

6.Bir günlüğüne ünlü biri olmak istersen kim olabilir?
Angelina Jolie(ilk aklıma gelen o oldu,düşününce başkası da olabilir belki)

7.Yarın sabah ilk planın?
İşgünü mü:(

8.Şu anki mesleginde olmasan hangi mesleği isterdin?
Gezgin..dünyayı gezip program hazırlamak isterdim:)
Acun gibi, Barış Manço gibi
ya da çok ünlü bir iç mimar(ama yine uluslararası çalışmalıydım)

Ben bu mimi sevgili Sazan, Junon, Nilay, Syhn ve cevaplamak isteyen tüm blog arkadaşlarıma hediye ediyorum:))
Sevgiler
Kolay gelsin


U2 - One

8 Eylül 2010 Çarşamba

Olağanüstü U2



















U2 muhteşemdi süpperdi olağanüstüydü...anlatacak kelime bulmakta zorlanıyorum..ya kendilerini çok sevdiğimden ya da gerçekten öyleydi(ki bence öyleydi)..Yalnız şu bir gerçek ki; Bono, bu karizma, bu yaşta bu performans az görülür bişiy..hele sahne, showlar, o enerji inanılmazdı..

Neden bizim Türkiyemizde böyle sanatçılar böyle showlar böyle sahne yok sorusunu yine yeniden defalarca sordum kendime..

Teşekkürler U2, teşekkürler BONO..Avrupa'da değil dünyada kendini sosyal işlere(yoksulluk, aids, ırk ayrımcılığı, vs.) adamış, gelirinin büyük kısmını bu tür projelerle paylaşan nadir müzik adamı, sanatçılardan bence en iyilerinden hatta en iyisi...

(Bu arada ufak bir not düşmeden geçemiycem; bizim ülkemizde ise Tarkan Allianoi sular altında kalmasın'' dedi, ve ülkemizin sayın devlet bakanı ''sen bu işlere karışma, işine bak '' dedi...maalesef zihniyet ve bakışaçımız her konuda olduğu gibi; tarihe, eserlere, kültürümüze, sanatçılara bakışımızda bile farklı...)

Veee gecenin sürprizi neydi güncecim biliyor musun, Bono yine yaptı yapacağını, büyük üstad Zülfü Livaneli'yle söyledi..Bono'yla kısa bir düetin ardından, ''yiğidim aslanım'' söylendi, yer gök inledi, Bono'ya hediye edildi..ve stadyum coştukça coştu...
Teşekkürler Bono teşekkürler Livaneli!!!

Ama Bono'ya kızgınım o üniversiteli kızımız yerine sahneye beni çıkarmalıydı, dans etmeliydik :(
ben oturduğum için muhtemelen beni görememiştir:)

Bu arada en kötü tek kötü olan şey neydi biliyormusun güncecim; Atatürk Olimpiyat Stadına ulaşım ve hele dönüş yolu faciaydı..İyi ki arabayla gitmek gibi bir hatada bulunmamışız, trafik kilitti.
Koskoca stadyum resmen atıl durumda, çünkü ulaşım zor, hatta yok...böyle büyük bir stadyumda oysa ki ne büyük ne güzel organizasyonlar yapılırmış..maalesef bir daha oradaki bir organizasyona ben,eşim ve arkadaşlarım mesela katılmayı düşünmeyiz.Yurtdışından gelen arkadaşımız da bizimle konsere geldi ve hayretler içerisinde kaldı.Ne giderken ne dönüşte ulaşım sağlanmamıştı.Konsere özel yapılan tek ulaşım(lütuf); giderken Halkalı'dan otobüsler konmuştu, dönüşte ise konser alanından sadece Yenibosna ve Halkalı'ya otobüsler konmuştu.Sonrası malumunuz..karşıya geçmek içler acısı bir hal aldı.00.30 da konserden çıktık, 03.30 da eve vardık.Çünkü metrobüsler tıklım tıklım, binilmiyor,otobüs yok, anlatılmaz bir faciaydı resmen..Hala doğru düzgün metro ağımız olmadığından işkence çekmek istemeyince de herkesler böyle org. lara katılmaktan tabi ki vazgeçer..Koca stadyumda sadece 55000 kişi olduğu söylendi...

Sonuç itibarıyle gece 03.30 da yorgun argın eve varan biz sabah uyanamadık ve işe gidemedim.Zaten öğleden sonra İzmir'ime geldim.Şu an annem ve babamlayım:))
Bono'dan sonra da İzmir süpperrr geldi..

U2 şarkısı paylaşmak isterdim ama annemlerdeki bilgisayarda yükleyeceğim program yok, indirmem lazım :(
İst.a dönünce artık..
Güzel günler diliyorum...
Sevgiyle

4 Eylül 2010 Cumartesi

Mutlu bayramlar...


Uykusuzum..günlerdir uyuyamıyorum.2 gece önce de gecenin 3:30'unda uyanıp bir daha uyuyamadım..dün akşam neyseki saat 22:00 de uyudum ama 4:00'ten sonra yine uykusuz ruhum.umarım bayramdan sonra uyku düzenim değişir,zaten uyku sorunu olan ben artık iyice uyuyamamaya başladım. doktora gitme zamanı sanki güncecim?? ilaç ta kullanmak istemem ki,bitkilere mi yönelsem?? neyse şu tatil de geçsin de bakalım...

Bu arada bugünlerde alışveriş olayları tavan yapmış durumda..ayakkabı hastası ruhum son günlerde 3 çift ayakkabı alır..geçen haftasonu indirimlere bakmak için çıkıp yeni sezonun göz alıcı giysilerine dayanamaz ve bir güzel alışveriş yapar..bu mevsimde sonbahar için bluzlar ve kışlık yün elbise alınır mı, alınır:)

bu hafta yine dayanamaz ruhum ve 'indirimlere son kez bakayım' der.ve neyse ki bu sefer indirimde bişiyler bulur,ama yine yeni sezona göz atmadan yapamaz ve biriki bişiy daha alır:)
ruhumun alışkanlığıdır; her sezon başında gider toplu alışveriş yapar ve sonra bir güzel giyinir..(sezon sonuna kadar kalmaz onlar ,bedenler numaralar biter-nasıl güzel bahane dimi:))
hem sezon boyunca giyilmiş oluyor onlar diyerek kendi kendini teselli eder :)

bu arada U2'ya 2 gün kaldı, heyecan dorukta..

Salı günü İzmir..(tatile azıcık erken başlanıyor:))

şimdiden herkese güzel mutlu bayramlar ve iyi tatiller diliyorum...

sevgiler
dostça..

28 Ağustos 2010 Cumartesi

ruhum yorgun..


koca bir gün mutfakta geçti ve neyseki gece güzeldi..masam güzeldi..vee yemekler güzeldi, çok beğenildi:)
iki haftadır hafta sonları iftara misafirimiz var..
geçen sene gittiğimiz arkadaşlarımızı bu sene biz davet ediyoruz ve iki haftadır uzun süredir yapmadığım bir sürü yemek çeşidi yapıyorum.. aştık yani:))
iftar olunca daha bir özen istiyor insan, ruhum oruç tut(a)masa da oruçmuş gibi onun da cnı bir sürü şey çeker ve oruç olanları düşünüp güzel şeyler yapmaya çalışır..

bu aralar bir hayli yoğun geçiyor zaten...

işler yoğun ve karışık..
kardeşimi isveç'e gönderdik, geçen hafta onun koşturmacası ve telaşı vardı..(master)
asker kardeşimin tayininin çıkıp İzmir'den gitmeleri:(
iki oğluşu ve torunları İzmir'den gidince yalnız kalan annem ve babama tel. la manevi destek..
evlenme hazırlığı yapmakta olan ablama anca tel. la yetişebilme..
bayramda izmir'e gitme hazırlığı..
ramazanda dostları iftara alma telaşı..
sahura kalktıktan sonra(kocişine sahur hazırlayan ruhum) uyuyamayan ve tüm gün ruh gibi çalışmaya çalışan, uykuya hasret ruhum..
bir yandanda dip bucak, kadınla beraber ev temizliği(bayramda burda olmasak ta) hem bayram hem de sonbahara hazırlık-perde,koltuk,herşey yıkanır,evde yıkanmayan bişiy kalmaz.. temizlik te bir hastalık gibi:) biraz geç mi anladım ne:) kadından çok ben yoruluyorum
....
ruhum......
.....................
güzel olan; 6 Eylülde kociş ve arkadaşlarla U2' ya gidecek olmak,
ertesi gün 7 Eylül'de İzmir'e uçacak olmak, yani bayramdan 2 gün önce kaçacak olmak:)
ve daha da güzeli; 23 Eylül'de bir daha İzmir'e gidecek olmak:))

26 Ağustos 2010 Perşembe

Veee Toulouse


Andora'dan Toulouse'a geçtik..
Ünlü pembe kent...

Geceyi otelde geçirdikten sonra, sabahın erken saatinde Capitole meydanından başlayıp turumuza yürüyerek başladık..

şehir merkezine otobüslerin girmesi yasak.
Dünyanın en büyük Roman stilindeki yapısı olan muhteşem Saint Sernin Basilikası, XIV. yüzyıla ait güney bölgelerinin en güzel örneklerinden biri olan Jacobins Manastırı, muazzam Belediye Binası Capitole..


Bu arada Andorra'dan sonra ruhum burdan da kendisi ve evi için çok güzel şık şeyler aldı güncecim..Çok şık işlemeli Fransız porselen tabak ve kaseler, veee çoook güzel elbise,ceket ve şık terlikler:))

Toulouse aynı zamanda bir kültür ve sanat kenti. Sık sık festivallere ev sahipliği yapıyor. Aynı zamanda Airbus uçaklarının montajının yapıldığı, Ariane füzelerinin parçaları yanında tıp ve sanayide kullanılan nükleer gereçlerin üretildiği, yüksek teknolojide dünyaca ünlü bir şehir merkezi.

17 Ağustos 2010 Salı

İkinci durak; Andora


Turumuzun ikinci durağı 450 km2'lik minicik bir devlet olan Andoraydı..

Andora, Fransa - İspanya arasında, denize kıyısı olmayan, Pirene dağlarının ortasında çok küçük ama bağımsız bir ülke. Birleşmiş Milletler ve birçok uluslararası kurumda da temsil ediliyorlar. Ülke, 1200'lerden itibaren Fransa-İspanya ortaklığı ile yönetilmiş, Andora’nın bugünlere kadar bağımsız kalmasında bu güç dengesi başrolü oynamış. Devlet başkanlığı (bugün de sadece sembolik olarak devam etse de) İspanya’nın Urgell şehri Katolik Piskoposu ile Fransa Cumhurbaşkanı arasında paylaşılıyor.

Bölgenin en büyük duty-free alışveriş merkezİ. Gelir kaynağı turizm ve alışveriş olan Andora'da kışın ise kayak turizmi ön planda. Kişi başına gelir Avrupa Birliği ortalamasının epey üzerindeymiş.



Andora’ya ulaşmanın tek yolu karayolu; tren ve havaalanı yok. Sınır kontrolü var. İspanya-Fransa arasında sınır kontrolleri kalkmış durumda ama Andora'nın komşuları tarafından sıkıca kontrol edilen sınırları var, çünkü Andora’da gümrük ya da gelir vergisi yok. Herşeyin fiyatı komşu ülkelerden nerdeyse %30-40, bizden ise %50-60 daha düşük, devasa duty-free shoplardan oluşan bir ülke.Öğleden sonramızı geçirdiğimiz ülkede tüm alışverişmerkezleri turistlerce talan edilme durumundaydı:))




Ortasından bir nehir geçen derin bir vadiye kurulmuş.
Ülkeyi çevreleyen Pirene dağları ile bulutların buluşması ise görülmeye değerdi!!!

















Şehirde altında mağaza olmayan apartman yok gibi. Avrupa'nın Dubai'si olan ülkede yok yok...Andora'da dolaşacak pek bir yer yok.Eski şehir bölümünde dar birkaç sokak, 1200'lerde kurulmuş bir kilise ve parlamento binası var.
















Sonraki durağımız; Toulouse...

13 Ağustos 2010 Cuma

İlk durak Barcelona















Turumuzun ilk durağı Barcelona idi.
Katalan bir asilzade aile tarafından kurulan Barcelona halkı kendilerini İspanyol değil, Katalan diye nitelendiriyor.İspanya'nın içinde ayrı bir ülke gibi.Gerçek bir açıkhava müzesi demek yerinde bir deyim bu güzel şehir için.

Barcelona demek Gaudi demek!!!
İspanya’da Art Nouveau (Yeni Sanat) akımına öncülük etmiş, yapıtları neredeyse eşsiz ve inanılmaz Gaudi, mimardan öte, bir sanat dehası...



















Barcelona'ya bu yıl içersinde ikinci gidişimizdi. demekki neymiş; yılbaşı gecesi Katalan meydanında bir çocuk kadar mutlu hep bir ağızdan geriye sayıp saatin 24:00 olmasını beklerken dilenen dilekler gerçekleşiyormuş:)














Her neyse gelelim çok sevdiğim şehre.Daha önce hemen heryerini adım adım metro otobüs gezdiğimiz şehrin bu sefer farklı yerlerini görmek istedik ve ilk gün nostalji yaptıktan sonra ikinci gün gruptan ayrılarak bir kaç arkadaşımızla beraber Costa Brava(Barcelona sahil şeridi ) ve çok şirin bir sahil kenti olan Lloret De Mar'a gittik.













İlk gün yine meşhur Katalan Meydanı, Ramblas, Diagonal(12-14 şerit cadde-en lüx cadde), Picasso müzesi, Park Guell(Gaudinin parkı) vs.yemek, alışveriş...














Gaudi'nin muhteşem eserlerini yeniden görmek ve fotoğraflamak çok keyifliydi.
Mont Juic tepesine yeniden çıkmak, 1883 te Gaudi tarafından yapımına başlanan ve günümüzde yapımı devam eden La Sagrada Familia'yı(Kutsal Aile Kilisesi) yeniden görmek ise inanılmazdı.




















Park Guell; 20 hektar üzerine kurulu, yüksekte olduğu için şehre hakim masalsı bir park.Parkın sütunlar üzerine inşa edilmiş, çevresi bir eteğin fırfırları gibi kıvrımlı, kesintisiz ve sayısız renk ve desende mozaiklerle kaplı terası ise muhteşem. Parkın içinde Gaudi’nin 20 yıl yaşadığı ev müze olarak gezilebiliyor.


















Her iki yanı cafe, restaurant ve hediyelik eşya satan dükkanlarla çevrili La Ramblas ise akşam olunca sanatçılarla dolup taşan, her köşesinde boyama, çizim, canlı mankenler bulunan, sanat kokan ve birçok kültürün birarada yaşadığı muhteşem bir cadde. Ramblas'daki meşhur balık pazarına gitmemek ve ordaki iştah kabartıcı meyvelerden almamak olmazdı. Sonrasındaysa yine güzel bir restoranda meşhur paella'yı yemeden ve güzelim tapazlardan tatmadan dönülmezdi:))



























Akdeniz’in en büyük limanlarından biri Barcelona limanı. Ahşap kaplı iskelede alışveriş merkezi, restoranlar ve Avrupa’nın en büyük akvaryumu var. Sonra yüzlerce yat ve yelkenli (Sports Marina). Kıyı ise cıvıl cıvıl. İrili ufaklı restoran ve barlarla dolu. Deniz ürünleri mükemmelll ötesi!!!


Bu şehir beni mest ediyor..hele diagonal caddesinde yüksek modern binaların arasında yürümek..
nasıl bir tezattır!!! bir yanda modernizm diğer yanda herbiri ayrı bir sanat eseri olan sokaklar...modernizm ve sanat içiçe; işte benim ruhum...

Derken güzel ve yoğun bir günün ardından ertesi gün, ver elini Barc. sahilleri, veeeee toplam 2 saatlik bir tren - bir otobüs yolculuğunun ardından Lloret de Mar (sahil şeridinin en güzel bölgesi)...
Çok güzel şirin cıvıl cıvıl bir turistik kasaba..deniz muhteşem sahil muhteşem ve iğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalık bir plaj,,amma ve lakin hiçkimsenin biribirinden haberi yok,insanlarla dip dibe güneşleniyorsun ve kimseler dikizlemiyor..yurdum insanının meraklı bakışları yok..aaaa ama olmazki alışamadık bir süre.. kimse kimsenin umrunda bile değil...budur!!!

en kısa zamanda yeniden gelmeyi dileyerek; sanat ve kültür şehri barcelona'dan ayrılıp gümrüksüz kent Andora'ya doğru yolculuğumuza devam ediyoruz...